Bundan 30 yıl önce magazin dedikoduları sadece bazı gazetelerde yazılırdı ve geceleri eğlence yerlerinde, film şirketlerinde ve manken ajanslarında dolaşan bazı kişiler tarafından konuşulurdu.
1991 yılında özel TV'ler ve özel radyolar da başlayınca durum değişti. Dedikodular kıymete bindi. Mutlaka hatırlarsınız her TV kanalında iki üç magazin programı vardı. Yalan haberlerin, paparazzilerin havalarda uçuştuğu yıllar. Bu arada yıllarca kilim altında saklanan olaylar da açığa çıktı. Ciğeri beş para etmeyen kişileri, ekranlarda tanıdık, meşhur ettik. Hatta star sanatçı yapıp, milyonlarca liranın sahibi yaptık. Şimdi onlar ve taklitçileri ortalarda "şöhretli" diye dolaşıyor. Şimdilerde aynı işi internetteki dedikodu siteleri de yapıyor. Hatta daha kolay. Nasıl olsa sen, tek kişilik de olsa bir medya kurumunun patronusun. Yazını yazdıktan sonra 'enter'e basınca, dünyaya seslenmiş oluyorsun. Taa Amerika'daki bir Türk aile de okuyor yazdıklarını, Güney Afrika'daki Türk de... Yalan, iftira, kasıtlı bir yazı olduğunu nereden anlasınlar veya düşünsünler ki... Her şeye inanıyorlar. Sonuçta hakkında kötü şeyler yazılan, karalanan kişi rezil oluyor. Toplumun karşısında zor duruma düşüyor. Hemen Cumhuriyet savcısına koşup suç duyurusunda bulunsa ne olur ki... Savcılık bu işlerle uğraşan polise durumu bildirip yayını kesse de... Yazıyı ilk dakikada yüzlerce güya haber sitesi çekip alıyor. Yani hepsi yayınlıyor. Hangi birini durduracaksın?
Şimdi de adına 'Twitter' denilen bir canavar ortaya çıktı. İstediğin kişiyi üç cümlede rezil edeceğin bir bilgisayar programı. Şayet ar damarın patlamışsa her şeyi yapabiliyorsun. Salla sallayabildiğin kadar. Çıplak fotoğraflarını yayınlayıp, iki günde çok meşhur kişi de oluyorsun. Çünkü bu fotoğraflar diğer internet sitelerine malzeme oluyor. Gazeteler ve TV'ler Twitter'a daha da meraklı. Ne görseler üzerine atlıyorlar. "Ya bu adam, bunları yazmış ama acaba doğru mu" diye araştıran veya soran yok. "Twitter'da şunun için şunları yazmış" diyerek adeta fotokopi makinesi gibi çalışıyorlar. Senin yapacağın tek iş var bu durumda "Söylediklerini ispat edemezsen, dünyanın en aşağılık insanısın. Bunun hesabını hakim karşında vereceksin" gibi klasik sözler ile kendini savunmak. Dün Hülya Avşar ile Şahan Gökbakar birbirlerini mahkemeye verdi. Vermeleri de bekleniyordu. Çünkü haklarındaki iddialar yenir yutulur gibi değildi.
Twitter'ın yasal durumu çok karışık. Yapanın yanına kâr kalıyor gibi... Çünkü "Ben hakaret de etmiyorum. Duyduklarımı ve gördüklerimi kendi kendime yazdım. Kimse okusun diye yazmadım ki. Rahatsız olan okumasın" deyince, savcıların eli kilitleniyor. Örneğin Zuhal Olcay ile Haluk Bilginer, Erol Köse hakkında dava açmak istedi. Çünkü Erol, Bilginer'in Olcay'ı dövdüğünü yazmıştı. Cumhuriyet savcısına "Çevreden duyduklarımı yazdım. Niyetim hakaret etmek değildi" deyince dava açılmasına bile gerek görülmedi. Bakalım Şahan ile Hülya'nın durumu ne olacak?
Sonuç... İnternet ile ilgilenen tüm resmi kurumların konuyu daha dikkatli izlemeleri gerekiyor. Şimdi magazin dünyasında, yarın iş ve politikada çok daha tehlikeli örnekleri görülebilir. Kim oldukları anlaşılmayan birileri ortalığı fena halde karıştırır. İletişimde, bilişimde çağdaş olmak çok güzel de buna layık olmak gerekir. Özgürlük, başkalarının özgürlüğünü tehdit ettiğin noktada biter. Devlet baba bu konuda çok acele gerekeni yapmalıdır...