Eylül ayının tarihte bıraktığı izler içinde 11 Eylül 1973 Şili Darbesi, 12 Eylül 1980 Türkiye Darbesi ve 11 Eylül 2001 ABD’deki İkiz Kuleler Saldırısı’nın özel konumları bulunuyor.

İlk ikisi mazlum halkların başına örülen ABD markalı çorapların acı sonuçlarını içeriyor. Sonuncusu ise dünyanın başka yerlerinde yaşanan acıların tadı konusunda Amerikalıların da fikir sahibi olması bakımından önemli bir ayrıcalığa sahiptir.

1973’te Şili’de seçim kanarak iktidara gelmiş olan Salvador Allende, CİA palanlı bir askeri darbe ile devrildiğinde, ellerini kaldırıp teslim olmadı. Son konuşmasında da “direneceğiz” diyerek başkanlık sarayında eline silahını alarak faşist Pinoche’nin askerlerini bekledi.

1975’te bu “katliamcı darbeyi” Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’ye değerlendiren Süleyman Demirel şöyle diyordu:

-Marksizm bir tek Şili’de oy ile gelmiştir, o da apar topar gitmiştir!

Aradan beş yıl geçtikten sonra Demirel de bir başka ABD planlı darbe ile iktidardan indirildiğin de Allende’nin uzaklarından bile geçecek cesareti göstermemiş, valizini alıp kapısına gelen bir yüzbaşının gözetiminde Çanakkale’deki Hamza Koy askeri tesislerine sağ-salim kapağı atmıştı.

ABD’nin 11 Eylül’ü ise hepsinden farklıydı. Bu sefer akrep kendini sokmayı başarmıştı. Dünya halklarına yeterinden fazla felaket yaşatan özel yapı en ikna edici eylemini kendi vatandaşlarına karşı yapabildi.

Yeni savaşların kanlı yolunun açılması için gereken özenli çalışma 11 Eylül 2011’de finale ulaştı.

Dünyaya barış getireceğiz diye bu eylemi dayanak yapan siyasi otorite gezegeni cehenneme çevirdi. Afganistan, Irak bunun kanlı-canlı örnekleri olarak tarihe geçti, geçiyor…

Bu yüzden diyoruz ki:

-Herkesin Eylülü kendine…