Fil Yalnızlığı

Hepimiz fil’iz, kocaman kalıbı iri cüssesiyle ipince bir iple bağlanmış ve esiri olmuş terbiye edicilerinin. Bağlıyız incecik iplerle incecik kazığa. Kopartabilirsen kopart örümcek ağı ipliğini, çıkartabilirsen çıkart iri kıymığını ipin bağlı  olduğu yerden!

 

Cüsse müsse hikâye, ip ve kazık hakikat!

Öyle bir yere dükkân açtık ki her şeye dikkat!

 

Kölesiyiz vaktin, ölesiyiz binlerce kere… Zamanın…  Mekânın… Olayların… Ve kahramanların… Köle değiliz de nedir şimdi? Sapır sapır dökülüyoruz maneviyatımızdan, tel tel oluyoruz. Kalabalığın içinde sap gibi kalıyoruz, mal mal bakıyoruz olan bitene.

 

Bir fil yalnızlığında insanoğlu… Bir terbiye kıskacında, emrivakiye kul edilme telaşında! Kimimiz paraya kimimiz kadına kimimiz makama âşık olmuşuz. Kimimiz ahde vefaya ihanet etmişiz, kimimiz aklımız beş paraya satmışız, kimimiz dünyevi saltanatı  baki saltanata tercih etmişiz. Ve kocaman olmamıza aldırmadan oyuncağı olmuşuz bütün bunların. İp başkasının elinde, terbiyemiz başkasının terbiyesi altında kalmış.

 

Bir fil yalnızlığına yaşıyor insanlık, bir fil kadar mahkûmuz, bizi tutan ellere yapışıp kalıyoruz. Oysa o ellerde sopa var, güç var, silah var. Sevgi başka ellerde, saygı yaban ellerde, kıymet raflarda saklı. “Hindistan'da filleri yetiştirmek için, onları  küçük yaşlarda, kalın bir zincirle kazığa bağlarlarmış. Tabi yavru filin bu zinciri koparabilmesi, kırabilmesi ya da kazığı  söküp atabilmesi mümkün değildir. Küçük fil önceleri bundan kurtulmak için tüm gücüyle uğraşır, defalarca dener ama sonucu değiştiremez ve doğal olarak özgürlüğüne kavuşamaz. Aradan yıllar geçer, fil kocaman olur. Bağlı olduğu kazığın ve zincirin onlarca katına gücü yetebilir artık. İstese, bir silkelenişte zincirden ve kazıktan kurtulabilirdi. Ama fil kurtulmak için asla böyle bir girişimde bulunmaz. Çünkü o, artık  özgür olamayacağına inanmıştır. Artık kırılmayan şey filin zinciri değil inancıdır. Buna psikolojide, “Öğrenilmiş  çaresizlik” deniyor.”

 

Zincirlerimiz ne kadar da çok! Giyim kuşamımız… Markalara olan tutkunluğumuz, başkası aynı şeyi giydiğimi ikinci kez görmesin körlüğümüz, bir giydiğimizi bir daha giymeme hastalığımız. Oysa devrisaadette aynı elbiseyi yamalayarak giyen efendimizi hatırlıyorum da günümüze devri cehalet demek istiyorum. Son espri çok komik ve bir o kadar trajik olacak yazmadan geçemeyeceğim: Kimse öteye ruhundan gayrısını götüremez. İyiliği güzelliği şefkati merhameti ibadeti sevabı hayrı sadakası gidecektir. Kalp kırmazlığı, gönül incitmezliği, saflığı, kötülük bilmezliği ve en önemlisi hak yemezliği, adam kayırmazlığı gidecektir. Markalar ismimize değer katıyor zannediyoruz. Etiketler bizi adam ediyor sanıyoruz. Kirlerimizi alır diye düşünüyoruz ambalajlarımızın. Dış tabutumuz altından olsa ne yazar! İçimiz ölmüş bizim.

 

Klişe pozlarla büyük adamlara yakın durursak, aynı karede, aynı ekranda boy gösterirsek sanki bizlerde onlar gibi büyük oluyoruz. Ne küçük bir hal bu! Ne rencide edici tavır! Ne kahredici kılık!

 

Cep telefonumuz… Kendisine bağlı kılan modern zaman iplerinden ve kazıklarından bir tanesi de cep telefonumuzdur. Onsuz neredeyse tuvalete bile gitmiyoruz. Öyle bir kapsama alanı içine almış ki çıkamıyoruz. Kapsanmışız da haberimiz yok, sarılmışız da farkında değiliz. Bu zinciri kırmak imkânsız gibi bir şey. Arabamız ayakkabılarımız, pantolonlarımız, saatlerimiz, çantalarımız, kemerlerimiz, parfümlerimiz, kolyelerimiz, yüzüklerimiz… Ne kadar eziğiz, ne kadar çürüğüz oysa!

 

Zincirler çok halka halka hepsi de reklam kokan ifadelerle halka yönelik. Kazıklar sipsivri hepsi de fark ettirmeden inceden inceye gizliden gizliye halka doğrultulmuş. Arabamız… Cüzdanımız… Evimiz… Arsamız… Makamımız… Siyasetimiz… Fikrimiz zikrimiz… Kölesi oluyoruz aidiyetine girdiğimiz fikrin. Başkası haram oluyor bize anında. Gözümüz başka fikirleri görmüyor ve onlara saygı duymuyor.

 

Benden olmayan ölsün anlayışında takılıyoruz. Takla üstüne takla atıyoruz. Her yer şarampol oluyor görmüyoruz. Oysa fikirler başka başka olmasa çekilir mi hayat? Makam hastalığı ve makamla adam olmaklığımız değer kazanmışlığımız… En sağlam iple en derine saplanmış kazık olan makam en büyük illetimizdir. Makam gönüldedir ve her gönülde değildir. Makamsızlık makam olmuşsa bir yerde ahiri düşünmek bile istemiyorum. Bir aşka düşüyoruz ve o aşkın kölesi oluyoruz.

 

Bir fil yalnızlığına düşmüş insanlık! Tek başına kalabalıklarda dolanıyor durmadan.Yok yerine strese giriyor, depresyondan depresyona geçiyor durmadan.Mutluluğu buldum derken müntehir bir vaka oluyor.Öğrenilmiş çaresizliğimiz kaçınılmaz oluyor. Hayat buluyor, boy atıyor, dallanıp budaklanıyor. Daha bir şekil yapmış oluyor anlayacağınız çaresizliğimiz. Öğrenilmiş olması hazin bir hal oluyor. Çaresiz olmamız ajite bir fal oluyor; üç vakte kadar insanlık yok oluyor.

 

Bir fil hüznünde, yalnızlığında ve esaretindedir insanlık.

Kendi tanrılarının kölesi olmuş yazık!