Ağalarımızdan bir ağanın birine, içimizden biri şöyle deyivermiş aniden: “Ben sana söyledim mi elini öperim” diye… Bizimkisi ağa hem de tam ağa... Öylesine yarım ağalardan değil. Ağalığın hakkını tam verenlerden. Yalakalığa tahammülü yok, “Senin ne söylediğin önemli değil evlat! Asıl iş o ki, ben sana söyleyeyim gözlerinden öperim” diye… 

Asıl ben sana söyleyeyim gözlerinden öperim diye... Güzel ve düşündürücü… Bir o kadar da havalı, havalı olduğu kadar cakalı, cakalı olduğu kadar afili, afili olduğu kadar şatafatlı…           

 

El öpenler çok. Her taşın altında, her ağacın dibinde, her kapının önünde. Her elin üstünde dudak izleri. Binlerce el, binlerce el de aynı dudak izi… Parmak izi gibi tek geçtiğimiz… Her arabadan indiğimizde karşımızda olan, her telefonu açtığımızda bize alo diyen, her oturuşumuzda çarşıda pazarda yanımızda  olan, her pikniğimizde bizden görünen. İçimizden birisi. Mühim adam olmuş da haberimiz yok. Asaleti kendinden menkul, harbiden fason bir mal gibi. Dermason fasulyesinden daha keskin, atın çiftesinden daha pek, jetin sesinden daha sesli… 

Günün para edeni, magazinin başrolü, her köşenin köşebendi… Sorar gaiplerden bir ses: “Kim?” diye… Herkes birbirine bakar. Yüzler karışmış, renkler bir olmuş... Dudaklar el etek öpmekten sarkmış… Tanımamak mümkün değil. Ruhu yüzüne vurmuş karanlık misali. Beyinden çarklı, kalpten kopuk, ruhtan nasiplenmemiş. Sorar erenlerden bir ses: “Kim?” diye…

 
Her fasulyenin başında bir sırık, her sırık bir kırık hal ile hemhal. Her makamın tezenesi, detone olan duyguların ifadesi… Her caddenin sokak lambası, kırık lambalardan süzen ışıklar bahanesi. Her sebzenin poşeti, kim bağışlar bu hareketi… Her musluğun suyu, olmaz olsun oyu… Her takımın maskotu, alındadır barkodu… Her salatanın maydanozu… “Kim?”

 
Aşkından deli divane makam yolunun, oysa istikamet ayakyolu. Ne o bunun farkında, ne bir başkası. Tutunduğu dal, budala dalı… Budadığı hal vakti yerinde olanın kârı değil! Aynada, resimde, fotoğrafta, camda, televizyonda… Her yerde her şeyde… Yokun içinde, varın ortasında. Olmazın olurunda, çıkmazın çıkarında bazen.

 
Her sözün tasdikleyicisi, her esprinin güleni, her kahkahanın en volümlüsü… Her adımın ilki, her tozun ilk zerresi, miskal kadar ağırlığı yok, batmana çeker kendisini… Zerre kadar önemi yok, Ağrı Dağı’na yükler halini… “Kim?”
 

Sıfatında meymenet yok, rüyasında aksakallı nurani dede yok. Çorbasında lezzet yok, suyunda tat yok. Sohbetinde bal yok, dostluğunda vefa yok. Aklında izan yok, kalbinde ziya yok. Ateşböceğini çakmak sanır, yıldızları lamba bilir. Karı şeker bilir, tuzu ekilir sanır.

 
Ahmaklığın arşında, salaklığın şahikasında, yalan dünyanın akışında kendini adam bilir. “Kim?” der ululardan ulu bir ses. Karanlık bıçak gibi yarılır, etraf sus pus kesilir. “Kim?”der tekrar azametli, celadetli ses. Kim dünya kurulalı belli olan ve kıyamete değin iyi olanın, güzel olanın, hak olanın karşısında duran; yanlışın, yalanın, hilenin, düzenin piri muganı olan… “Kim?” 
 

Gök yırtılır, şimşekler atlarını sürer, yıldırımlar kılıç olur. Ağaçlar yarılır. Yangınlar çıkar insanlığın kalbinde. Kül olur dünya. Geriye kalan “Kim?” Ruhunu şeytana satan, çomağını kötülük kovanına sokan… Dünyayı çiftliği belleyen, insanı düşmanı eyleyen… Üstünü, üst belleyen ve kendisini üstlerin ipine mandallayıp duran mandaların mandırasında; astını, astığım astık kestiğim kestik eyleyenlerin yastığında yatanlar! Yarın sizi kim kurtaracak hakkın dergâhında?

 
Aslına da Hu, nesline de Hu!