Bir dilekçem var Reis Bey, şikâyetim Fuzuli’nin Şikâyetname’si gibi değildir. Benimle, bizimle alakalıdır. Günümüzün modern insanıyla ilgilidir, günümüz Türkiyesi ile ilgilidir. Resmi bir evrak muamelesi yapıp da ilgi tutmak istemem. Hâlihazırda ifadeye bir tefsir, bir izah katmam da tamamen dilimi tutamamamdan kaynaklanıyor. Kalemi ya da tuşları görünce yüzümde güller açıyor. Dayanamıyorum. Tıpkı Dostoyevski gibi. Yanlış anlamayın kendimi onunla bir tutmam benim haddim değildir. Sadece yazmak için duyulan istekle alakalı söylediklerim. Saraya tutulmuşçasına yazarmış. Sara nöbetleri geçirir gibi. 
   

Şikâyetim benden dışarı, sizden içeri. Denir ya! Sizi kastetmedim aynen. Af buyurun, arz-ı halim şu ki; iyinin, doğrunun güzelin vebali benim üzerimde kaldı. Bu olumlu şeylerin vebali olur mu diye düşünmeyin, olmuş farz edin. Durmadan iyi olmaya çalıştım, itiraf ediyorum. Yazılı basında da inşallah böyle bir itiraf köşesi açılır da millet yaptıklarını; yanlışlarını, haksızlıklarını, keşkelerini, evetlerini, hayırlarını bir güzel ifade eder. Rahatlar ve daha mutlu insanlar haline getirir diye düşünmeden edemiyorum. Durmadan iyi şeyler düşünmeye çalıştım. Ne kadar para etti onu da başka zaman yazarız. Daima iyi zannettim hemcinslerimi. İyi halt ettin desenize. Her şeye iyi nazarından yaklaştım (ekmek çarpsın ), herkese iyi yönden yaklaşmaya çalıştım. Ne bilecektim milletin tersten kalktığını?  
 

Tüm yukarıda söylediklerimi yaptım da ne oldu Reis Bey! Affedersiniz ama soyulmuş soğana döndüm. Altında kaldım insani yükümlülüklerin. İyi adam olmanın cezasını çektim. Bakın bir misal vereyim: Yere tüküren bir adama yaklaşıp : “Affedersiniz Beyefendi, TÜKÜRÜĞÜNÜZÜ düşürdünüz.” dedim. Demez olaydım. Bir daha tükürdü, hem de okkalısından. Bir boğumluk. “Beeeh!!” Sonra başka bir tanesi gencinden, bisiklet ile arkadan birisine çarptı, şahidim. Bizimki yerden doğrulup hiç olmazsa bir özür umarken argo ifadeyle MORT oldu. Çarpan, yani iki tekerlekli Bay Karizma : “Arkana neden bakmıyorsun ulan!” diye haklı çıkmaya çalışmasın mı? Güler misin, Ağlar mısın? Tabi işin ucunda o karizma sözcüğünün kaporta kısmının çizilmesi söz konusuydu. Bizimki bırakır mı Allah’ını seversen? Dumura uğratanı gördüm, pot kıranı. Argo konuşanı ulu orta… 
 

Ahirde hor görüldüm Reis Bey, dokuz köyden beter kovuldum. O bölgedeki bütün doğru söyleyen insanların utancını yüreğimizin orta yerinde bir sancı gibi hissettim. Hissettim de ne oldu EKG ‘de bir şey çıkmadı.  
 

Bu memleket de her şey kâğıt üzerinde bitmiyor mu yoksa Reis Bey? Çok çalışmana da gerek yok. Kâğıdın üzerini çiz - karala; yaptım - ettim de, yeter de artar bile. Vicdanın kâğıdın üzerinde silinen bir kelime olduğunu da takdir hakkını kullananlar bilmez hiçbir zaman. Silinen memleketin yarınıdır. Çocukların geleceğidir. İsyanıdır bu sözcükler aciz ve naçar ruhumun. (Beri gel oğlan, beri gel.) Kâğıtla varsın, kâğıtla yoksun. Orhan Veli yaşasaydı – eminim - Vesikalı Yârim adlı şiirinin yanına Sertifikalı Yarim’i de yazardı. Çalışmışsın öyle mi hani belgen? Yok değil mi? Sana da mama yok. Belgen varsa tamamdır her işin, belgen yoksa haraptır her işin. Vay be! Kamyon yazısı gibi oldu. Yakışır bana. 
 

Arkadan arabayla usulca yaklaşıp aniden klaksona yükleneni mi dersin, çukurdaki birikmiş pis suya, yayaların üzerine sıçrasın diye hızla gireni mi dersin ya da arkasından gelen arabaya yol vermeyip istifini bozmadan yolun ortasında yürüyeni mi dersin Reis Bey. Sayayım mı daha; arabasındaki çöpü yola atanı mı yakalayalım, balkonundan çöp poşetini çöpe nişanlayıp ıskalayanı mı anlatayım. Kaldırımları sergi salonuna çevireni mi dersin. Dayanabilir misin bunca şeye. Ben sabredemedim Reis Bey, dayanamadım. Tam bir harabeler diyarı olmuşuz da haberimiz yok. Ölmüşüz de defnedenimiz yok. Vay babam! Harabe günlere kalmışız. 
 

Alaya alındım Reis Bey! Duyuyor musun? Benim insanım sahip çıkmıyor memleketinin çocuğuna. Hep başkası değer görüyor, hep başkası pastayı götürüyor. Ben de isterim iltifat, mızmız bir çocuk gibi ama laf aramızda kimse duymasın, yaş kemale erdi. Çekinirim biraz. Hep gözümüz bir güzel sözde, bir güzel bakışta kaldı. Gören tutmuş sensin bunları yazan diyor. Saçma sapan diyor bir başkası. Beğenen de az değil ama söylemek istemem onları. Tamam kardeş, itiraf ediyorum valla benim bunları yazan. Ama ben kimim? Yüreği kaleminde atan bir deliyim desem uyar bana! 
 

Çok doldum Reis Bey, biz de gidelim mi buradan? Ha ne dersin? Bu ha biraz kaba oldu, affedin. Türkiye 70 milyon nüfuslu, toplam gazete tirajı beş buçuk milyon. Kitapların baskı âdeti belli, dergiler ortada… Taksim’de Yılbaşı gecesi olanları düşünüyorum, 78 kişi tacizden yakalanmış. İçki içip ortalığa düşüp gelen geçen arabalara vole vurur gibi hareket çekenlere baktım da gerçekten şişedeki gibi durmayan illet damarda da durmuyor. Toplum olarak ince iş peşinde gayri ahlaki koşturup duran bir topluma dönmüşüz. Her gece bir “FLAŞ HABER” imiz olmazsa olmaz artık!

  

Ah Reis Bey ah! Arkasından gülünen adam olduk. Yükseğe çıktıkça fırtınaların başladığını gördük. Oysa ben eskinin adamıyım. Yalan yok bizde. Arkadaşını yalnız bırakmak da bizim kitap da yok. Yanlışı alkışlamak da. Eğilmek de, bükülmek de. Yetiştirdik kendimizi, hep buna kızmaz mıydık Reis Bey? Yok ezilmişiz de, ihmal edilmişiz de. Eeee daha var mı? Yok bilmem neymiş de? Halen bunun hesabını, kitabını yapanlar var. Halen bir makamın önünde iki büklüm duran var. Halen işini yürütmek için araya torpil koyan var. Halen başkasından medet uman var. Var oğlu var Reis Bey. Ne yapalım? Kader mi diyelim, yazgımız böyleymiş ne çare mi diyelim? 
 

Varlığımız kötü bir levha gibi tescilliyor. Jurnalleşiyoruz, hak etmediğimiz yaftalar gizli perdeler arkasında mimliyor bizleri. Paranoyaklaşan bir toplum haline geldik de bizi buna iten kim? Bu korkuları yaratan kim?  Ama biz buradayız Reis Bey! Alnımız ak, yüreğimiz pak. Ne dünün saçma sapan bir sözü bizi mahkûm eder çaresizliğe, ne de bugünün gaza getiren bir sözü bizi yolumuzdan alıkoyar. Her şey Türkiye için Reis Bey, Türkiye için. Başka slogana gerek yok. 
 

Olmadı Reis Bey, olmadı. Ben vazgeçtim insanlıktan. Bu kadar laga - lugadan sonra mı diyeceksiniz. Evet Reis Bey, Golan’da (Karakoçan) öldürülen bir Dağ Keçisinin gözlerini taşıyorum. Baksın herkes. Yavrularını emzirirken öldürülen bir köpeğin acısını taşıyorum. Ve kapı ziline basan ve durduk yerde mahalle sakinlerini rahatsız edip küfürler sallayan tinercilere itiraz eden ve bu itiraz sonucu çıkan kavgada öldürülen gencin yüreğini taşıyorum. Hissetsin ülkem insanı. Ve sevgisiz büyüyen çocukların yüreğini sevgi sözcükleriyle bir kumbaraya dönüştürüyorum. Herkes katkı da bulunsun, evvela kendi çocuğundan başlayarak. Kesilen ağaçların can hıraşlarını duyuyorum, ezilen kır çiçeklerinin kokusunu taşıyorum. Yanan ormanların feryadını dile getiriyorum. Başka YORUM yok. 
 

İşte Reis Bey arz-ı halim bu sebepten. İstifa ediyorum insanlıktan, insan kılığında dolaşmaktan, insan olmaktan.  
 

Ah ne çare!