“Bir Güney İtalya Hikâyesi,Napoli’den. 

Napoli’de bir kafe.

İşe gidenler sabah kahvelerini içmek için uğruyorlar. Kapıdan bir adam giriyor “iki kahve, biri askıda” diyor.

Bardaki adam müşteriye bir kahve veriyor, arkasındaki duvara bir kâğıt yapıştırıyor.

İki dakika sonra bir başka müşteri geliyor. O da “İki kahve, biri askıda” diyor. Kahveci bir kahve veriyor. Duvara bir kâğıt yapıştırıyor. Sonra bir başkası geliyor. O üç kahve istiyor. Ama ikisi askıda Kahveci bir kahve veriyor, iki kâğıt duvara yapıştırıyor. Aradan iki dakika geçiyor, içeri gariban kılıklı bir adam giriyor. “Bir kahve” diyor “askıdan.” kahveci kahveyi veriyor. Duvarda yapıştırdığı kâğıtlardan birini alıp atıyor.” 

 Yıllar önce bir gazetede okumuştum bu hikâyeyi, çok etkilenmiştim. Ajandama kaydetmişim o gün. Ajandamı karıştırırken rastladım ve sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim. Umarım sizlerde beğenirsiniz.

 Durumu iyi olan insanlar yani başkasına bir çay, bir kahve ısmarlayacak kadar durumu iyi olanlar hiç tanımadıkları, hiç bilmedikleri ve yüzünü dahi görmedikleri insanlara; bir çay, bir kahve içecek kadar dahi parası olamayanlara kahve ısmarlıyorlar. İçleri ısınsın diye. Hiç olmazsa onları düşünen birilerinin de o toplumda oturduğunu, yaşadığını anlasınlar diye. Ne kadar olağanüstü bir gelenek, ne kadar müthiş bir anlayış bu.

Bunu ilçeme, ilçemdeki herhangi bir kafeye, rastgele bir çay ocağına, bir ekmek fırınına, bir elbise dükkânına, ayakkabıcıya ya da karşımıza çıkan ilk lokantaya uygulasak ne olur? Harika olur, müthiş olur, süper olur. Düşünün onca fakirimiz var. Onca çalışmayanımız. Onca garibanımız, yetimimiz, öksüzümüz.

Gidiyorum fırına,  ekmeğimi alıyorum ama diyorum ki: “İki taneyi askıya as. Durumum iyi, garibin biri gelip alsın."  Sonra lokantaya gidiyorum: “Kardeş bir çorba içtim, bir çorba parasını da askıya as.” diyorum. Bir çorap aldım varsayalım; “Abi sen şuradan bir tanenin parasını da al, askıya as.” Olmaz mı? Vallahi bal gibi olur.

Soğuktan elleri donmuş bu kış günü. Cepte bir kuruş dahi yok. Buğulu camların ardındaki çay ocağına doğru önleyemediği nazarlar fırlatıyor. Çay bardağının sıcaklığı hayalinde önce ellerini, sonra bütün vücudunu ısıtıyor. Ağzına aldığı her fırt ona yaşamın sıcaklığını, insanların iyilikseverliğini hatırlatıyor. Gidip askıdan çayını içiyor,  teşekkür ediyor çayı ısmarlayana, sonra şükrediyor Allah’a. Ya da garibanın birisidir belki de. Yolda kalmış. Para yok, pul yok. Ne yapsın yabancı memleket. Bir lokantanın önünde durmuş yemek kazanlarından çıkan buharın ve camları delip geçen yemek kokularının hasretiyle iç geçirmekte. Elbette aç kalmayacak bu insanlar, elbette çaysız kahvesiz kalmayacak. Çünkü burası Karakoçan yani benim ilçem. Çünkü yemekler askıda.

 Bizim adamlarımız neticede. Deli Hamitimiz var mesela, gitsin lokantaya yemeğini yesin. Sonra lokantacımız duvardaki ısmarlama kâğıtlarından birisini çıkarsın atsın. Hem iş sahibimiz rahatlasın, hem ısmarlayan kişi, hem de yiyen kişi.

Yaşarımız var tanıyorsunuz. Gitsin çay ocağına sıcacık çayları yuvarlasın, sigarasını tüttürsün hem de askıdan. Mutlu olsun şu üç beş günlük dünyada. 
Garibimiz var gariban,  gitsin bir ayakkabıcıya alsın bir çift potini çeksin üzerine çorabını. Hem de askıdan.

 Ekmeğe muhtaç olanımız var gitsin fırına, kaç tane alacaksa alsın. Sonra gönül rahatlığıyla askıdan desin. Bilsin bu ilçenin ona ve onlara sahip çıktığını. Mutlu olsun bir an için.

Uzatabiliriz lakin çok uzun yazdığımız için eleştiriler var. Bu kadar yeter sanırım.

Elindeki son lokmayı dahi paylaşmak isteyen insanların çok olduğu bir Karakoçan düşünüyorum.

Sayın okuyucu sizler de bunu yaşadığınız yere uygulayacak şekilde tahayyül edin. Ya da hep beraber memleketin tamamı için uygulandığını görelim. “Mevla’m ne eylerse güzel eyler.”

Ve yazıyı askıdan diye bitirmek istiyorum. 
Askıdan, ola ki duygu dünyamızda bir cereyan oluştura!