Ekonomik ve demokratik gelişimini hızla sürdüren Türkiye'nin önündeki en büyük engel terör sorunu. Terör, Kürtleri de içine alan demokratikleşme girişimlerini sabote ediyor. İşin kötü tarafı bazıları, PKK'yı Kürtlerin haklarını almasının garantörü ve lokomotifi görüyor.


"PKK silaha sarılmasaydı hakların iadesi gündeme gelir miydi?" sorusu kafa karıştırıcı ve gerçekleri tahrif ediyor. İlk silahlı Kürt hareketi PKK değildi ve daha öncekiler gibi karşı şiddete bahane üretmekten başka işe yaramadı. Terörün zirve yaptığı 90'lı yıllarda bırakın Kürtlere hak verilmesini; devletin meşru-gayri meşru şiddeti patlama yaptı. 2000'li yıllara gelinceye kadar, ne "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" diyen sağ siyasetçiler, ne de birkaç vekillik vererek Kürt oylarını devşiren sol partiler risk aldı.

2000'li yıllarda iki avantaj birlikte geldi. Birincisi örgüt lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanmasıyla ortaya çıkan eylemsizlik hali; ikincisi ise Kürtlerle empati yapabilen ve kendilerini "ülkenin zencisi" olarak niteleyen muhafazakâr sağın tek başına iktidar olması. Yakın tarihimizde eşine sadece Turgut Özal döneminde şahit olabildiğimiz cesur demokratik adımlar devam ederken, anlamsız biçimde terör 2004 yılıyla birlikte tekrar alevlendi. O günlerde AK Parti hükümetinin motivasyonu Avrupa Birliği idi. Şimdi yeni bir itici unsur var; yapılan seçimle ortaya çıkan demokratik anayasa arayışları. Yine anlamsız biçimde terör hız kazandı. "PKK'nın, Kürtlerin demokratik haklarının peşinde koşan silaha bulaşmak zorunda kalmış gençler" olduğu tezini kökünden çürüten olaylar art arda yaşanıyor. PKK'nın her hareketine kulp uydurmaya çalışan kimi liberaller iyice zorlanmaya başladı. Anayasa Mahkemesi, DTP'yi kapatmasın diye sivil toplum sesini yükseltirken, Reşadiye'de yedi askerin şehit edilmesi, kör göze parmak sokmak olarak kayda geçti. İstedikleri oldu, parti kapatıldı. Ülkede demokratik anayasa sesleri arttıkça, şifreli kelimeyi duymuşçasına saldırganlaşıyor PKK. 90'lı yıllarda 'rutin dışına çıkan' devleti özlüyor gibi halleri var. Eski iktidar ve medya yapısı olsa bu özlemleri çoktan giderilirdi. Çok şükür o günler geride kaldı.

Türkiye değişiyor ama PKK değişmemek için direniyor. Halı sahada top oynayan polise ve onu seyreden öğretmen eşine sıkılan kurşun, PKK'nın sicilindeki belki en kara lekeyi, öğretmen cinayetlerini hatırlattı. Hâlâ terörü meşrulaştırma arayışında olanlara kızmakta haklıyız. Biz devletin gayrimeşru kollarıyla hesaplaşmaya, o kolları budamaya çalışıyoruz. Meşru güç kullanma yetkisini orantısız uyguladığında eleştiriyoruz. Karşılığında hiç olmazsa sağlık ocağını yakmaya çalışanlara tepki bekliyoruz. Aldığımız cevap "Siz de Hiroşima'yı bombalamıştınız!"ın ötesine geçmiyor.

Aynı kafa karışıklığı ve örtme operasyonları KCK konusunda yaşanıyor. PKK'nın sivilleşmesi ve siyasallaşması diye sunulan, aslında siyasetin silahlanmasından öte bir şey değil. Siyasallaşmaya çalışan Kürtler önündeki en büyük engel KCK. En temel ve basit siyasallaşma işlevi olan oy hakkına bile ipotek koyuyor. Kendi dışındaki siyasi aktörlerin var olmasına izin vermiyor. İçinden çıkmış siyaseti ise güdükleştiriyor ve kendi ayakları üzerinde durmasını engelliyor. Son BDP kongresi bunun tipik örneği. BDP niye olağanüstü kongre yaptı anlayan var mı? Aynı kadrolar ve aynı söylemler devam edecek idiyse onca masrafa ne gerek vardı? BDP her seferinde Komedi Dükkânı'nda sahnedeki kişinin durumuna düşüyor. İstenen şeyi yapmak üzere hareketlenmişken tam ters istikamette gelen emirle ofsaytta kalıyorlar. Acıyalım mı yoksa müstahaklar deyip geçelim mi? Biz de şaşırdık.