Sizler Alaaddin KEYKUBAT’ın mirası olan, Alanya’nın yetki verilmiş idarecilerisiniz. Biliriz ki idare etmek, sorumluluk taşımak zordur.Biz yaşayanlara bekara boşanmak gibi kolay gelir bazen düşünmeden eleştiririz.Biliriz sizler isteyerek veya bilerek hata yapmazsınız, çoğunuz adaleti anlatırken Hz.Ömer’i hatırlar.Hani o sert mizacına rağmen ‘‘ Diyar-ı Dicle’de bir kurt kuzuyu kapsa hesabı benden sorulur’’ diye ağlayan Ömer’i.

O ki o kadar adaletli davranıyordu, suç işleyen oğlunun gözyaşına bakmadan cezasını verdi. Hatta rivayet edilir ki, 100 kırbaç olan cezasını 80 kırbaçta oğlu ölmesine rağmen 100’e tamamlamıştır. Sizce neydi Ömer’de bu adalet anlayışının temeli, sadece İslam değil size gençliğinde başından geçen bir hikaye’yi anlatayım da okuyun.

Hz.Ömer’in gençlik çağında bir gündü. Kendisi çok iyi bir Arap atı yetiştirmişti. Tay artık büyümüş satılacak kıvama gelmişti. İran’a gitmeye ve atı orada satmaya karar vermişti.En yakın arkadaşı ve dostu Amr b. As ile birlikte yola çıktılar.

Yolculukları günler sürdü.Gündüzleri küçük vahalarda konakladılar, geceleri ay ışığının aydınlığından yol aldılar.Bir sabah vakti İran ülkesinin başşehrinin devasa kapıları önüne vardılar.Şehir çok göz alıcı ve görkemli bir yerdi.İki dost etrafı hayranlıkla seyrederek yürürlerken yolları büyük bir meydana çıktı.Gençler bu meydanda neşe içinde cirit oynuyorlardı.Gençlerin böyle sürat ve maharetle cirit oynamaları her ikisini de etkilemişti.

Bir ara o gençlerden en irisi ve en alımlısı kendilerini gördü ve Bedeviler! diye bağırarak atını dolu dizgin üzerlerine sürdü.İki arkadaş ne olduğunu bile anlayamadan ellerindeki atı ve neleri varsa bu gençlere kaptırdılar.Hz.Ömer karşı koymaya kalktı ise de göğsüne bir tekme yedi ve muvaffak olamadı.Amr’ı tekmelediler.
Karınları açtı, beş parasızdılar ve gördükleri muamele karşısında çok üzgündüler.Böyle çaresiz bir şekilde dolaşırken bir hanın kapısından içeri girdiler.O kadar üzüntülü ve perişan haldeydiler ki açlıkları bile akıllarına gelmiyordu.Bir ocağın başına oturup şimdi ne yapacaklarını kara kara düşünmeye başladılar.

Onların bu hâli hancının güzünden kaçmadı.Onlara yaklaştı ve Yabancılar! Dedi.Nedir bu haliniz başınıza kötü bir şey mi geldi? Diye sordu.İki arkadaş olanı biteni hancıya anlattılar.Hancı Bedeviler! Dedi.Bu memleketi Nurişevan adında adil bir hükümdar vardır.O’nun hükümdarlığı altında, zulmedenin zulmü yanına kar kalmaz, mutlaka cezasını görür.Sizin tarif ettiğiniz genç Nurişevan’ın oğludur.Ama bu onu cezadan kurtaramaz.Yarın sabah meydana gidin.Hükümdar her sabah oradan geçer ve halkına bir dert olup olmadığını sorar.Siz de O’na olan biteni anlatın.Emin olun;O ne yapacağını bilen adil bir hükümdardır dedi.

Geceyi handa geçiren iki arkadaş sabahın ilk ışıkları ile meydana indiler. Hancının dediği gibi Nurişevan vezirleri ile birlikte meydana geldi. Halk ile birlikte iki arkadaş da olup biteni hükümdara anlatma fırsatı buldular. Nurişevan bir tercüman vasıtasıyla olayı dinledi. Tercüman olan biteni hükümdara tercüme etti ama bu işi bizzat oğlunun yaptığını hükümdara söylemedi. Nurişevan çalınan atın bedelinin iki katının bu gençlere ödenmesini ve suçluların ise aranarak bulunmasını emretti.

Kaybettiklerinin iki katını hükümdardan alan iki dost sevinç içerisinde hana tekrar döndüler. Hancı olanı biteni dinledikten sonra bu işe çok kızdı. Gelin benimle diyerek onlarla beraber meydana gitti. Nurişevan hala meydanda idi. Hancı ‘’Sultanım bu bedeviler kaybettiklerinin iki katını aldılar, fakat onlara bu zulmü yapan oğlun cezasını almadı’’dedi. Bu sözleri işiten Nurişevan` nın yüzü birden kızardı. Tercüman hükümdara yaptığı tercümede oğlunun ceza almaması için eksik tercüme yaptığını kabul etti. Oğlu ise suçunu itiraf etti.

Nurişevan iki arkadaşa aldıkları kadar daha para verilmesini ve yarın sabah bu iki kişinin şehri terk etmelerini ancak birisinin kuzey kapısından diğerinin güney kapısından çıkmalarını emretti.

İki arkadaş Nurişevan`nın emri üzerine şehri her iki kapıdan ayrı ayrı terk ettiler. Kuzey kapısından çıkan Amr, Nurişevan`a eksik bilgi veren tercümanın kapıya çivilenmiş olduğunu gördü. Ömer ise güney kapısının üzerinde Nurişevan`nın oğlunun asılmış cesedi ile karşılaştı.

Aradan uzun yıllar geçti. İslam dini alemi ve gönülleri aydınlattı. Ömer ve Amr b. As ise İslam ile şereflendirildiler. Hz. Ömer`in müminlere halife olduğu zamanlardı. Amr b. As ise İslam ordularının komutanı olarak Mısır`ı feth etmiş ve ihtiyar bir yahudinin evini kendisine karargah yapmıştı. İhtiyar yahudinin ise bu işe rızası yoktu. Fakat Amr onu dinlemedi ve kapı dışarı attırdı.

Yahudi Medine`ye geldi ve şikayetini belirtmek üzere Hz. Ömer`i sordu. Kendisine Hz. Ömer`in falanca tarlada olduğu söylendi. Yahudi tarif edilen tarlaya geldiğinde kan ter içinde çalışan birini gördü. O kişinin Hz. Ömer olduğunu öğrendikten sonra kendisine yapılan muameleyi ve mağduriyeti anlattı.

Hz. Ömer tarlanın bir Köşesindeki kemiği işaret ederek onu kendisine getirmesini söyledi. Sonrada kemiğin Üzerine bir satır yazı yazarak bunu Amr b. As`a vermesini tembih etti.

Yahudi buna bir mana veremedi. Hatta halifenin kendisini baştan savdığını bile düşündü. Hayal kırıklığı içerisinde Mısıra geri döndü. Amr`ı bularak kemiği ona vermeyi ihmal etmedi.

Amr kemiğin üzerindeki yazıyı okur okumaz. Yahudinin şaşkın bakışları altında adeta kendinden geçti. Derhal yahudinin evini tahliye etti, özür üstüne özür diledi. Yahudiye bol miktarda para vererek gönlünü aldı.

O kemik üzerinde sadece şu cümle yazıyordu. ‘’Ben
Nurişevan`dan daha az adil değilim!’’

Yaa işte O yüce insanın hayatında o olay büyük yer etmiştir.

Bunları neden mi anlatıyorum, sizler yerel yönetimlerde kanun koyucu ve uygulayıcısınız, yaptıklarınız veya yapmanız gerekip te yapmadıklarınız için hesaba çekileceksiniz.

Bir ülke düşünün kanunlar hazırlanırken her suçun karşılığı veya hizmetin ödülü zengine ayrı orta direğe ayrı fakire de ayrı olmaz. Hizmet bedelleri ve suç cezaları ekstralar hariç nettir. Bir kişiden bir bedel alıyorsanız karşılığını vermek zorundasınız.

Kale arkasında eski futbol sahasının bulunduğu caddede yürüyorum, kaldırımda araçlar karşılıklı park etmiş, kaldırıma tadilattaki bir otel moloz yığmış.

Çarşıya iniyorum, her yer tertemiz pırıl pırıl içim açılıyor, sonra yukarı doğru çıkıyorum Atatürk caddesi ile çevre yolu arası yeni yapılan ve yapılmakta olan binalara bakıyorum yarısının otoparkı yok balkonlar birbirine değecek, küçücük arsaya kendi kadar bina kondurulmuş, nerdeyse her binanın altında bir ulusal market (30 araçlık otopark nerdeyse) ruhum daralıyor kaçmak istiyorum.

Hemen çevre yolunun üstüne çıkıyorum ohh dünya varmış. Ama bu kadar güzel yeşilliklere rağmen bu seferde gülmeyen suratlar görüp hayrola diye bir dokunup bin ahh işitiyorum. Güney Alanya`da %35 olan inşaat alanı burda %25 imiş ama söylediklerine göre oda önemli değil yeşil kalacaksa kalsın ama aşağıda 4-5-11 kat olan kat haddinin burada 3 kat olması 1000 m2 bir arsayı 4 kardeş ne mütahide vererek, nede kendi aralarında paylaşamadıklarını dinleyince içim sıkıldı o arada Ezan-ı Muhammediye okununca namaza gideyim dedim. Allah razı olsun yaptırandan Gürses camide ne güzel olmuş. Ama namazdan çıkınca karşımda Kuzey Alanya`da olmasına rağmen çatı ile 6 kat olan bir bina gördüm hani 3 kattı deyince cemaatin söylediklerini söyleyemiyorum kusura bakmayın.

Canım sıkıldı yeter artık diye yola çıktım ki, bizim düldül pes dedi yeter artık demez mi? Çağırdık bir tamirci sanayiye gittik orda benim boş vakit dolayısı ile esnafla sohbet ettim. Aynı Kuzey Alanya gibi esnafta çok dertli. Derler ki;

Arkadaş bizde çarşı esnafı gibi vergi veririz, çöp vergisi, emlak vergisi, ilan vergisi ama yaklaşık 800 dükkan olmamıza rağmen çarşıda her sokağa iki süpürgeci düşerken koskoca sanayinin süpürgecisi yok, otoparklar yapıldı ama gel gör ki takipsizlikten hurda oldu, uğrasa da bakar kör durumda. Aynı belediye gibi gücü yeten yetene sinek örümcek ağına takılırken eşek arısı ağı yırtıp geçiyor, başım ağrıdı onların dertleri ile bırakıp biraz dolaşayım dedim. İnanın az bile söylemişler, köşe başında ki esnaflar kaldırımı zapt etmiş araçlar kaldırımda park halinde bazı yerlerde tek kişi geçemiyor kaldırımdan , illegal olarak ikinci katlar yapılmış merdivenler kaldırıma iniyor. 30m2 dükkanda kamyon tamircisi var adamlar çift şerit olan yolun bir şeridini şahsi trafiğe kapatmış dükkan gibi kullanıp yolun karşısına da kamyon park ediyor, sundurmalar kepenkle bazen de camla kapatılmış ekstra dükkan elde edilmiş. Midem bulandı başım döndü, esnaf haklı idi burada kanun koyanlar şehri gelir bölümüne göre ayırmış, hizmeti ve kanunları ona göre çalıştırıyor.

Ben garip bir deliyim Köyün Delisi işte, ben deli halimle bile sizleri uyararak hak karşısında görevimi yaptım, sizler nasıl hesap verirsiniz bilmem. Allah kolaylık versin hepimizi bilmemde, o hem sanayi hem de Hasbahçe sakinleri iki mekanınızda da hayırla yaad edilmiyorsunuz bilesiniz istedim.

Sizler yönetici olarak herkese eşit ve aynı mesafeden davranmak zorundasınız bilesiniz seçilmek önemli değil öteki tarafta aklanmak önemlidir sizlere bir kıssayla veda ediyorum hakkınızı helal edin.

İstanbul`da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı`nın avlusunda bulunan Has Oda`nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa`yı titreten, koca Akdeniz`i hakimiyet altına alan Osmanlı Devleti`nin kudretli hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman`dan başkası değildi. Devlet işlerinde vakit soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi.

O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlayacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç daha düşünüce bu fikrin o kadar iyi olmadığını anladı. Karıncalarda can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanuni, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendiyi`yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kağıt parçasına kafasına takılan soruyu edebi bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesinin üzerine bıraktı.

Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kağıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kağıdın altına bir şeyler yazdı ve kağıdı rahleye bıraktı.

Kanuni bir ara tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kağıdın üzerinde kendi yazsısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kağıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. Kağıdın üst kısmında Kanuni`nin hocasına yazdığı sual vardı. Kanuni şöyle diyordu hocasına:

Meye ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?
Hocası Ebussuud soruyu şöyle cavaplıyordu:
Yarın Hakk`ın divanına varınca
Süleyman`dan hakkını alır karınca.

Veremeyeceğimiz hesap ile hakkın karşısına çıkmamanız dileğiyle Köyün Delisi.